28 Aralık 2009 Pazartesi

Şehr-i Keder


sehr-i kederde bir sabah ayazı,
üşüyen yürek ,
el pençe gözler divan..

ya şehr-i hazan,
her anı'nın yılölümünde
akla gelen ilk aşk nedir?

yokolma endişesiyle karşı karşıyaysa mevsimlik aşklar ,
efsanesi uzakçağlarda kalmış,
telaşı yeni yetmelere kalmış.
sona kalanlarsa aşktan nasibini almış.

nasip bizi atmış gurbete diyen
ilk türküden nasiplenmiş gönül.



v.i. Aynı Göğün Ezgisi

24 Eylül 2009 Perşembe

SeVmEyİ ÖğReNmEnİn GeTiRdİkLeRi....


Ben seni bir okyanusun derinliğinde buldum da sevdim. Parlak bir inciydin benim

İçin. Paha biçilmez bir inci... Ben seni soğuk ve yağmurlu bir günde

Seni düşünürken gülüşündeki sıcaklığın içime dolup da

Beni sardığı bir anda sevdim

Seni sadece sehvi boyun, siyah saçların yâda kara gözlerin

Güzel bir yüzün var diye değil

Fikirlerinle, konuşmandaki güzelliğin ve benim o kor halde yanan yüreğimle sevdim

Ben seni derinden ve hissederek sevdim

Her kalp atışımda vücudumun dört bir kösesine yayıldığını

Beni sardığını her nefes alışımda ciğerlerime işlediğini bilerek sevdim

Seni kış gecelerinin o soğuk yatağında birlikte uyuyup beni işittiğin

Yaz sıcağında uyuyamayıp sıkıntılarım olduğun

Ve rüyalarımda buluştuğumuz gecelerde sevdim

Seni ellerinden tutup kanımın kaynadığı

Kalbimin yerinden fırlayacağını hissettiğim anlarda

O ıslak dudaklarınla beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim

Ben seni o sensiz anlardaki bos ve değersiz geçen dakikalarda

Kayıp zamanlarımızda, seni arayıp bulamadığım

Çaresizlik içinde olduğum, içki sofralarını dost bildiğim anlarda sevdim

Sen ne kadar uzak olsan da,

Aramızdaki kilometreler nasıl çoksa

Bende seni o kadar yoğun ve o denli çok sevdim

Seni kalbimde yanan ateşin ile

Zihnimde oluşan hayallerin o ay parçası çehrenle

Bana derinden bakan o gözlerindeki ışıltıyı göreceğim anları beklerken

Kalbimin yanıp tutuştuğu anlarda

Gelip o bu ateşi alevlendirerek

Bana sarılarak beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim

Korkuyorum!

Hak ettiğin mutluluğu sana verememekten korkuyorum.

Seni beni sevdiğinden fazla sevememekten korkuyorum.

Senin sevgine layık olduktan sonra başkaları tarafından o sevgiyi kaybetmekten

Korkuyorum.

Seni kazandım derken kaybetmekten korkuyorum.

Aramızdaki maneviyat haricindeki uçurumlardan korkuyorum.

Senin kalbini daha fazla kırmaktan korkuyorum.

O temiz ve masum göz yaslarını daha fazla akıtmaktan korkuyorum.

Evet korkuyorum;

Seni kaybetmekten, seni daha fazla üzmekten...

Sana kendimi ifade edememekten korkuyorum.

Yâda yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.

Uçurumun kenarında yalnız kalmaktan korkuyorum.

Dostluğuna doyamadan uluorta yalnız kalmaktan korkuyorum.

Yüreğimdeki o ince sizinin bir gün çoğalmasından ve beni sarmasından korkuyorum.

Sevgi denen güzelliğinin bir gün beni terk etmesinden korkuyorum.

Dostluğun ölüp yerine nefretin yeşermesinden korkuyorum.

Korkuyorum evet;

Seni kaybetmekten ve seni daha fazla üzmekten...

Bir çiçek misali ne ellemeye nede koparmaya kıyamıyorum uzaktan seyrediyorum

Çünkü

Seni daha fazla incitmekten korkuyorum.

Ömründe yasadığın mutluluğu huzuru sana yaşatamamaktan korkuyorum.

Sana kalbimden fazlasını verememekten korkuyorum.

Sonunda sana gözyaşından başka bir şey bırakamamaktan korkuyorum.

Seni sevmekten değil;

Dostluğunu suiistimal etmekten,

Seni kaybetmekten ve değerini bilememekten ve Yüce Rabbime hesap verememekten

Korkuyorum.

Belki de çok fazla korkuyorum...



ÇÜNKÜ BEN iLK DEFA SEVİYORUM...


Attila İLHAN

6 Nisan 2009 Pazartesi

BEKLEMEK ÜZERİNE..


Sonbahar gecesinde bir sokak,
Ve karanlığı şuursuzca yenen bir ışığa bakarak beklemek,
Puslu deliklerden.

Bitmeyeceğini sandığım her masalın
En heyecanlı yerini beklemek,
Kokuşmuş hayallerden.

Beklemek hep kaçınılmaz,
Hep anlatılmaz,
Hep yaşamadan anlatılmaz...

Cahile bakıp jetonun düşmesini,
Aşığa bakıp hiç inmediği damdan düşmesini bekledim...

Bir gün aşktan ölmeyi bekledim,
Ertesi gün sevilmek için bir çiçeğin yaşamasını..

Güneş doğsun, hayalleri yaşatsın diye,
Yağmur olsun aşkları ıslatsın diye,
Bir umut getirsin diye,
Sevgiler ışık olsun diye,
DÜnya yerinde dursun,eskiler unutulsun diye,
Yeni birgün bekledim.

Dostun elinde iki kadeh hüzün,
Radyoda eskimeyen bir şarkı
Masanın başında mazideki anıları bekledim.

Kaçırmak için, bir aşıkla maşukunu bekledim,
Çarşafa dolanmış umutlarım bende saklı.

O gece o sokağa bakarak bir tek seni beklemedim,
Gelmeyecek bir tek sendin,
Ve de en karanlık yıldızı gecenin...

Bir tek seni beklemedim,
Artık mahşer günü belli olur kalbimdeki yerin.


Aynı Göğün Ezgisi

8 Mart 2009 Pazar

KADINLAR..




Kadın var güler yüzü
Kadın var dinlenir sözü,
Kadın var anasının gözü,
Hep o söyler son sözü ...

Kadın var dizlerini dover,
Kadın var ölesiye sever,
Kadın var korkma, sir ver,
Ölene kadar onunla gider...

Kadın var sevgi dolu,
Kadın var erkeğin eli kolu,
Kadın var belli olmaz sağı solu,
Bazen bir yağmur, bazen dolu...

Kadın var bilmez hileyi,
Kadın var çeker çileyi,
Kadın var unutmus gülmeyi,
Öğretmisler ona kader demeyi...

Kadin var ömür törpüsü,
Kadin var sevda köprüsü,
Kadin var kavusmaktir ülküsü,
Yanik olur hasret türküsü...

Kadin var tutar intizari, dileği,
Kadin var bükülmez bileği,
Kadin var emirdir her isteği,
Sever 'Hanim Aga' denmeyi..

Omurlu dogruyu soyler,
Kötüyü yerer, iyiyi över,
Bu dunyanin temeli böyle,
Böyle gelmis böyle gider...

Kaynak: Omurlu Aksoy

23 Şubat 2009 Pazartesi

ÇİLİNGİR AŞKLAR..


Vefakar notalar orkestrasından aheste çıkan ezgiler eşliğinde,
Mazlumun mezesiyle dertleşirdik her gece.

Ay sıkılsa da gökyüzünde,
Saatler yorulsa da karanlıklara ilerlemekten
O masa toplanmazdı,
Hesaplar eski sevgiliden...

Biten her kadeh yer ile yeksan,
Yanan her yürek ateşler içinde yatak yorgan..

Tabip bile aşka gelip umudu kesti ilminden,
Sofrayı toplamaya kalkışından belliydi..

Ucuz bir hint filmi gibi başlayıp
Demler tadına varınca oskarlık olurdu,
Eskiden çekilmiş ve halen çekilen cefalar...

Her tren mutlaka o istasyonda dururdu,
Ve inenler geri binmek istemezdi,
Garson buzları eksik etmesin yeterdi..

Kapının önünden geçerken selam veren borçlu çıkardı,
Sanırım kabahat, bir sorup hiçbirşey işitemeyen bizdeydi..

Zaman olur, kalkar giderdi herkes,
Deli gönül, ikimiz kalırdık.
Kah dertleşip,kah birbirimize küfrederek..

Masada sızıp kalırdı anılar,
Umutsuzca yeni gelen yarınları bekleyerek.

Bu son şarkı da eskimeyen aşklara bir mum dikecek...

Aynı Göğün Ezgisi

14 Şubat 2009 Cumartesi

KAÇIŞ


Gel gönül gidelim buralardan..
Yanına birkaç eşya al,
Umutlar ve hayaller kalsın..
Pek ihtiyacımız olmayacak,
Aşamayacağımız çöllerde..

Gel gönül gidelim buralardan.
Bizi bekliyor dört duvara sığacak kadar bir masal.
Özlemin ve heyecanın kalsın..
Artık sevginin bir anlamı olmayacak,
Kaf dağının eteklerinde..

Gel gönül gidelim buralardan.
Baktığım her sokak her yol her mahal,
Kabuğu kavlatmak yaramaz bir çocuğa kalsın.
Acı çekmek,acıyı kendine çekmek yaramayacak,
Uzayan gecelerde..

Gel gönül gidelim buralardan.
Sen gelmesen de beni kimse bulamaz artık
Bu sevda viranelerinde..


Aynı Göğün Ezgisi

21 Ocak 2009 Çarşamba

SESLENİŞ...




Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal' den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...


Uğur Mumcu
Cumhuriyet Gazetesi, 25.8.1975

16 Ocak 2009 Cuma

İNSAN KISIM KISIM..


"
Aşık Hüseyin’in “insan kısım kısım yer damar damar” türküsü. Hikayesi çok dramatiktir. Ozan her yaz Adana’ya rençberliğe gider. Yine bir yolculuğunda yol üzerinde Konya‘da iken Mustafa Kemal Atatürk Konya’da bir miting yapıyordur. Atatürk ozanı kürsüye çağırır ve Aşık Hüseyin orada bir şiir okur. Atatürk ozanı Ankara Radyosuna yollar ve orda mahalli sanatçı olarak çalışmaya başlar. Ozan Hüseyin’in radyo yıllarında oraya gelip giden variyetli bir ailenin kızı ozana aşık olur. Aralarında bir aşk başlar ama ozan evlidir ve köyde karısı ve çocuğu beklemektedir.

Kız o kadar çok sevmektedir ki ozanı, ikinci eşi olmayı ve köye gidip onunla yaşamayı kabul eder, birlikte aşık Hüseyin’in köyüne giderler. Kızı köyde şehirli olduğu için aşağılarlar, hor görürler ve dalga geçerler. Ozan bu baskılara dayanamaz ve bir gün Ankara’ya geri dönelim der. Şarkışla’ya tren istasyonuna varırlar, trenin kalkacağı an ozan bir şeyler alıp geleyim der ve kızın yanından uzaklaşır.

Zaman geçer ve ozan geri dönmez. Garın köşesinde gözü yaşlı trene bakar ve bu arada tren kalkar. Ozan Hüseyin köyde oluşan baskıya boyun eğmiş, istemeyerek aşık olduğu kızı trene bindirmiş Ankara’ya yollamıştır. Bu acıya dayanamayan ozan bir süre sonra halk tabiriyle ince hastalığa yakalanır ve yaşama gözlerini yumar. Bu türküyü de arkasından gözyaşlarıyla uğurladığı kara sevdalısına yakar... "



İnsan kısım kısım hey hey yer damar damar,
Kaşların lamelif yüzlerin kamer yüzlerin kamer.
İnce bel üstüne yar yar olayım kemer,
Yakışır bellere canan sar beni beni.

Değişmiş donunu canan olmuş üveyik,
Şahine benziyor gözlerin rengi gözlerin rengi,
Sen bir avcı ol da yar yar ben olam geyik,
Doldur tüfeğini hey hey vur beni beni.

Hadi canım kapınızda kul olam
Layık mıdır yanıp yanıp kül olam
Sen bir bahçıvan ol yar yar bende gül olam
Yakışır ellerinden der beni beni

hikaye kaynak: M.Özarslan

11 Ocak 2009 Pazar

GAZZE li MERIEM!!


Bir koca yıl göçüyordu , son günleriydi..
Meriem o gece, annesinin aldığı ekmekleri ve bulgur paketini bile sevinçle karşılamıştı,
Menteşesi kırıldığı için zor açılan kapıdan girerken..
Şükrediyordu bu haline bile..

En küçük şeylerle mutlu olmayı öğretmişti bu topraklar bu körpeciğe..
Unutulmuş bir şehir görüntüsüydü , açılmaya korkan dükkanlar, koşup oynanmaya korkulan parklar..
O parklardaki oyuncaklar da griye boyanmıştı sanki..

Yeni yıla dört gün kalmıştı, Meriem heyecanlanmıştı..
Küçücük yüreğiyle o yılbaşı akşamını,
Annesi ve küçük kardeşiyle soba başında belki birbirlerine güzel hikayeler anlatarak geçireceklerdi..

Annesi o gece yine bir hikaye anlatacaktı , rüyasında görsün diye belki de..
Çünkü o şehir meriem' e güzel hikayeler sunmuyordu..
Aç olmak , açıkta olmak , ambargo altında yaşamaya çalışmak o şehrin insanlarının günlük hayatının tamamını oluşturuyordu..

Meriem hayatında hiç göremediği bir tiyatro ya da sinema kahramanını , annesinin anlattığı hikayenin sayesinde rüyalarında görüyordu sadece..

Uyumak üzereydi, kışın soğuğu o aksak kapıdan yavaşça girmek üzere olsa bile..
Güzel yarınlara uyanmak için ettiği dualar , tutunduğu tek daldı.
Bir oyuncağı vardı sadece, annesine bölgesel yönetimin verdiği yardım paketlerinin üstündeki çiçek resimleriyle oynardı..Konuşurdu onlarla..

Ama buna da şükrediyordu..
3 yıl önceki bombalarda ölen babasını bile artık özlemiyordu.
çünkü annesi ve küçük kardeşi vardı , yine de mutluydular..

Artık güzel rüyalara dalma vaktiydi.. O günki rüyasında güzel oyunlar oynuyordu, bir arkadaşıyla güzel bir parkta güzel ve renkli oyuncaklarla..
Birden ateşlendiğini hissetti,

herşeyin rengi gri oldu biranda..

Öksürmeye başlamıştı..

Odasına gri dumanlar çökmüştü artık..

Meriem ne rüyasından uyanabildi ne de o rüyaya bir daha geri dönebildi..


Aynı Göğün Ezgisi..

HOŞ GELDİN ZİYARETÇİ...

  

kayseri meydan sabah saatleri

kayseri meydan sabah saatleri