27 Eylül 2008 Cumartesi

SEYDUNA ile ŞAHRUD...


(Yitik öyküdür)

Tarihten iki ayrı coğrafyaya damlayan

İki ayrı yürekte durmadan kanayan

Seyduna’yla Şahrud

Yüreklerin akarken bıraktığı izi

Birbirlerinin gözlerinde aradılar.

Yoktu.

İki iklim farkıydılar

Ne zaman göz göze değseler

Yangın çıkmayacak denli uzaktılar.

Yalnızca aynaların dökülen sırrına yansırdı

Üçüncü bir kente düşmüş suretleri



Şahrud gökyüzü geliniydi.

Yüzüne bulut inse dolardı masal gözleri.

Bir solukluk rüzgarda bile

Usul usul kanardı gelincik bedeni.



Seyduna yeryüzü cehennemi.

Ölüm, çağrılı uçurumlarda sınardı sevdasını

Yalnız ufuk çizgisinde buluşurlardı,

Onu da güneş günde iki kez ateşe verirdi.



İki iklim ayrıldılar.

“Ya Şahrud!” dedi Seyduna

“Gözlerime mermi diye sevdanı sürdüm.

Ardına bakma, gözyaşımla vurulursun.

Su gibi git.”



Şahrud’un yüzüne keder mayın gibi durdu.

Ve zaman gözlerinin su yeşilinde kuruldu.

Hüzün bir Buda heykeli gibi çırılçıplak,

Yüzlerine oturdu.



Rivayet odur ki,

Şahrud vardığı denizlerde hala

Seyduna türküleriyle uyanmakta,

Seyduna, Şahrud’un gözlerinden kalan

Masalla yaşlanmakta

"""

Biliyorum sen yine parmak uclarında üşüyorsun.
Aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat
Ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını
Ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun.
Sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta
Ve cırılcıplak bir ırmağa dönüşüyoruz yatağımızda..
Apansız pencerende gülümsüyor güneş ne güzel.
Bütün parmakların tıkır tıkır işliyor
İştahla biliyorsun yaşamaktır aşk
Geceyle gündüzün sesziz gecişimidir bir uyku boyunda.
Delice bir yangın parmaklarının buzulunda
Ah şahrut!her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli.

"""""

21 Eylül 2008 Pazar

KARDELEN ÇİÇEĞİ



 

Kardelen çiçeği, etrafındakilerin dostlarının anlatımıyla güneşe aşık olur.
Aslında hayatında güneşi hiç görmemiştir.
Çünkü bilir ki güneşi gördüğü an canından olacaktır.
Ama bu aşk içinde öyle büyür öyle büyür ki artık dayanılmaz bir hal alır ve Allah'a dua eder,
"bana bir defacıkta olsun güneşi görmeyi nasip et" diye.
Ve bir gün dayanamaz, Allah'ın huzuruna çıkar ve şöyle der;
"Allahım güneşi görmem için bana izin ver."
Allah'ta ona şöyle seslenir;
"Ey kardelen bilmez misin ki sen narin bir çiçeksin ve güneşle karşılaştığın an canından olabilirsin. İyi düşün sana 2 gün mühlet veriyorum, ya güneş ya canın ."
Kardelen yüce rabbinin huzurundan ayrılır ve düşünür.
Ama içindeki güneş sevdası adeta onu içten içe kemirir.
2.günün sonunda Rabbinin huzuruna çıkar ve şöyle der;
"Bu aşk beni öyle büyüledi ki güneşi görmek için can atıyorum.
Allah'ta ona;
"Cesaretini taktir ederim ey kardelen ama bir yandan da
üzülürüm,çünkü canından olacaksın." der. ve kardelen güneşi görmenin aşkıyla tutuşurken
karın üstüne çıkmaya karar verir. Tam o beyaz karın içinden kafasını
çıkardığı an güneşi görür,ama ona daha önce söylendiği gibi
canından olur.

Bu olay herkesin kalbinde yer eder.Herkes çocuklarına ve torunlarına
bu olayı anlatır,nasihatte bulunurlar.

"Eğer günün birinde aşık olursan,birini çok seversen KARDELEN gibi cesaretli ol.

Eğer KARDELEN kadar cesaretin yoksa

Sakın Aşık olma!!!

Derler.

13 Eylül 2008 Cumartesi

YALNIZLIĞA ALIŞMALI...



  • Bavulları hep toplu durmalı insanın...

    Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

    Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...

    İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

    Yalnızlığa alışmalı...


    * * *


    Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...

    Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.

    Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.


    * * *


    İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...

    Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

    Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

    "Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

    Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."

    Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...


    * * *


    Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.

    Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.

    O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...

    Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...

    Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...

    Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...

    Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...


    * * *


    Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

    Yollarla barışmalı...

    Yalnızlığa alışmalı...



    can dündar





1 Eylül 2008 Pazartesi

BURSA NUTKU

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

Gidenler…


Geçmişten beri hep hüzünle başlamıştır vedalar,
Sonu da hep bellidir;
Anılara özlem ve gidenin ardında kalan
Gri ufuklar..

Arkasına bakmadan bırakıp gidenler
Hep suçludur, derler..
İnfazı bir çift bedduayla gerçekleşmiş
Ve boynunda acıdan ilmikler ve titreyen kemikler..

Bir kış hatırasını, yazları serinlemek için kullandım
Avunulacak bir tek şey kalmadı geriye
Sevginden geriye kalan umutlarım, anılarım
Ve bunların imkansız sonuçları…

Yollar hep kucak açtı tükenmiş hasretliklere
Asfaltlar sensizliğe yol açtı ve ilk molada acı gerçeklere..
Yolun sonu zaten görünüyordu
Aşağısı da yukarısı da





Sonlar...



Uzun bir yolun sonuna mı geldim,
Yoksa bu sona dayanamayacak bir halde miyim
bilmiyorum...
Filmlerde filmi seyredeni mutlu eden sonlar,
Aslında oynayanın içindeki asıl filmi yansıtmaz çoğu zamanlar...

Hep somut sonlara hedeflendiğimiz,
Fakat sonuna yetişemediğimiz hayallerin peşindeyken bu aralar,
Bir imkânsızlık girdabında,
son çare;
kendimi avuttuğum yalanlar…

Hayatın gerçek gerekleri,
İnsanın gerçek dileklerini alt ettiği bir anda,
Aslında her şey şu sözde bir anlam arar:
Ardımdan sevdalar gözü yaşlı bakar,
Ne aklımda bir hayalin kalır,
Ne de çiçekli bir bahar…



HOŞ GELDİN ZİYARETÇİ...

  

kayseri meydan sabah saatleri

kayseri meydan sabah saatleri